29 Aralık 2012 Cumartesi



O kadar çok yazıldı ki üzerinde.. Bu sefer duygularını ifade etme sırası bende!

Dün akşam İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından gerçekleştirilen Beethoven’ın 9. Senfonisi’ni dinlemeye gittim. O kadar güzel düşünmüş ki İDOB yeni yılı Beethoven ile karşılama kararıyla.. Hele de 9.senfoni ile.

Çok büyük bir Mozart ve Beethoven hayranı olduğuma inanan ben, konser boyunca mutluluktan ne yapacağımı şaşırmış vaziyetteydim. 9. Senfoniyi bu yıl Mayıs ayında Borusan Filarmoni ve Devlet Çok Sesli Korosu tarafından da dinlemiştim. Fakat dün akşamki tanıklığım çok farklı hisler uyandırdı.

Zamanının büyük bir çoğunluğunu özellikle Mozart ve Beethoven ile geçiren birisi olarak etkilenmemek elde değil. Özellikle 9. Senfoni Op.125 in D Minor bölümünde uzun zamandır hislerimin bu kadar harekete geçip mutluluktan gözlerimi yaşarttığını hatırlamıyorum.

Eşsiz kelimesinin karşılığını bulduğu bölüm ise elbetteki ‘Ode an die Freude “ kısmı. Ünlü Alman şair Schiller tarafından yazılan şiire Beethoven hayranlık duyar ve besteler. Birçok eseri muhteşem olsa da 9.senfoni hem benim hem de eminim birçok kişi için ayrı bir yerde yer etmiş olmalı. Tamamen sağır olduğu dönemde, hiç duymadan nasıl bu kadar muhteşem bir şey çıkabilir ortaya? Beethoven’ın ellerinden çıkan bu eseri 188 yıl sonra bile canlı olarak dinlemek benim için nasıl bu kadar büyük bir mutluluk olabilir?

Bu sorunun cevabı zaten Beethoven’ın kendisinde saklı.

İDOB tarafından 2013’e güzel girmemi sağlayan konserdeki bütün sanatçılara binlerce alkış, binlerce tebrik. Orkestra Şefi Naci Özgüç, Koro Şefi Kevork Tavityan’a teşekkürlerin en büyüğü J

Ve gecenin yıldızı Soprano Tülay Uyar! Güzelliği ve asaleti ile güzel yorumuyla.. Ne mutlu Beethoven’ın anlayana, onu yaşayana!

İşte bana bu mutluluğu yaşatanlar; :)




7 Kasım 2012 Çarşamba

O FEUERBACH !



İnsanın kendiyle baş başa kalıp, zihnini ve yüreğini harekete geçirdiği havalar, soğuk, yağmurlu, fırtınalı, karlı havalardır..Genelde.. İnsan daha fazla yazmak, daha fazla uyumak,daha keyifli kahve içmek ve kitap okumak ister. Herşeyi sindirerek yapmak ister. Dışarıdan gelen yağmur sesleri, rüzgar fısıltıları, hatta bazen derin bir sessizliğe bürünerek size bembeyaz bir dünya sunan kar taneleri bile yaptığınız her şeyde zevk almanıza başlı başına nedendir.

Bu girizgahtan sonra, dün izlediğim oyun hakkında kendi halimde bir şeyler yazacağım. 3 yıl öncesine kadar takip ettiğim Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun “Ben Feuerbach” adlı oyunu turneye geldi. İstanbul seyircisiyle buluşan oyun kelimenin tam anlamıyla herkesi büyüledi.

Bunda kuşkusuz ki konunun ve güçlü metnin yanında sahnede harikalar yaratan, insana nefes almayı dahi unutturduğu Hakan Meriçlilerin büyük büyük katkısı var. 

Konu kısaca şöyle: Akıl hastanesinde yattıktan sonra sahneye geri dönen, perdenin önünde, ışığın altında o atmosferi tekrar yaşayan Feuerbach bir tiyatronun oyuncu seçmelerine katılıp rolü almaya uğraşır. Çünkü bu onun son şansıdır. İşte tam da bu noktada başlıyor her şey. İnişli çıkışlı ruh hali, derinlemesine psikolojik analiz gerektiren durumu… Herşey seyirciyi sahneye bağlıyor.. Muhteşem, ama muhteşem, olağanüstü bir sanat Meriçlilerin icra ettiği.. Etkilenmemek elde değil.. 

İnsan, sadece sanatta bencil değil. Muhteşem bir sanata tanık oluyorsanız her insanın mutlaka görmesini, aynı hislere ya da farklılarına kapılmasını o kadar çok istiyorsunuz ki.. tam da bu yüzden keşke bu oyun, benzeri oyunlar Türkiye’nin her yerinde sahnelenebilse. Merkezde ulaştığı insanlardan daha fazlasına o anları tanık edebilse..

Bir de şunu ekleyeyim hemen; Otoparka inerken bizim gibi aracının olduğu katı arayan Hakan Meriçliler ile karşılaştık. Ayaküstü de çok keyifli muhabbet ettik. Bu da bizi ayrıca mutlu etti :) Emeğine sağlık..

6 Kasım 2012 Salı

'GÖNLÜMÜZDEKİ' OSMAN HAMDİ BEY




Uzun bir aradan sonra tekrardan merhaba sevgili blog!

Cumartesi günü, geçtiğimiz sezonda hep merak ettiğim Gönlümdeki Osman Hamdi Bey oyununu izledim. Osmanlı tarihinin sanat alanında belki de en büyük isimlerinden birisi olan Osman Hamdi Bey’in hayatını anlatan güzel ve keyifli bir oyun oldu..Ben bir sezon sonrası izlediğim ve tam benim ayarımda olan bir oyun olduğu için şimdi yazma gereği duyuyorum..

Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nden izlediğimiz oyunda arkeolog, müzeci, ressam mutheşem Osman Hamdi Bey’in gençlik döneminden hayatının sonuna kadar olan dönemi, sanat sevdasını, aşklarını, ideallerini, Osmanlı’yı modernite anlamında dönüştürmek için kurduğu hayalleri anlatılıyor.. Oyunun ilk bölümünde senaryo ve atmosfer biraz basit gibi görünse de sonrasında kesinlikle müthiş bir oyunculuk ve öykü karşınıza çıkıyor.

İlk gittiğim zaman günlerce aklımdan çıkmayan, içindeki eserlerin ihtişamıyla etkisini uzun bir süre hisssetiğim “Arkeoloji Müzesi” ni Osman Hamdi Bey’in kurduğunu çok geç öğrenmiştim. Oyunun bir bölümünde buna da yer veriliyor. Sanatçımızın eserleri elde etme süreci, Anadolu’da yaptığı kazıları, bu eserlere kavuşmak için yaşadığı heyecanı çok net hissedebiliyorsunuz..

 Ayrıca birçok tanıdık isimle karşılaşıyoruz oyunda; Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Mithat Paşa… Bunları duymak da bir hayli keyifli.. Onlarla yaşıyormuşsunuz gibi.. Bununla birlikte Osman Hamdi Bey’in en önemli eseri diyebileceğimiz, “Kaplumbağa Terbiyecisi” ni gördüğünüz zaman da heyecanlanıyorsunuz. Bu tarz biyografik oyunlar belki de bu yüzden fazlaca keyif veriyor insana. Hayranlık duyduğunuz sevdiğiniz ve birçok şeyini bildiğiniz sanatçıların eserlerinin yansımalarını sahnede görmek büyük heyecan. Aynı mutluluğu geçtiğimiz sezon İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun “Michelangelo” ve Şehir Tiyatroları’nın “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi” oyunlarını izlerken de yakalamıştım.Hele ki bu alanlara ilgiliyseniz hem sanatın verdiği hazzı yaşayıp hem de uzun bir süre etkisinde kalmanız kaçınılmaz..

Osman Hamdi Bey’in dediği gibi “Sanat Uzun Hayat Kısa ! “
Sanatla kalın..


14 Ağustos 2012 Salı

ŞEHİR TİYATROLARINDA YENİ DÖNEM


Sondan bir önceki yazımı da aynı konu üzerinde yazmışım, devam ediyorum;

Geçtiğimiz sezon 21 oyun izlemiş biri için merakla beklenenler listesinin başında elbetteki tiyatro sezonunun 'perde' demesi geliyor. Özellikle devlet ve şehir tiyatrolarının daimi izleyicisi olan ben, yeni sezonda neler olacağını merak edip harekete geçtim ve şehir tiyatrolarında provaların başlamış olduğunu aldım. Geçtiğimiz sezon yönetmelik kriziyle sarsılan Şehir Tiyatroları yeni repertuvarını belirledi. Yeni Genel Sanat Yönetmeni Hilmi Zafer Şahin ile Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde buluştuk ve yeni sezonu konuştuk.

AKŞAM Gazetesi'nde 12 Ağustos Pazar günü çıkan söyleşimde Şahin yeni sezon ile ilgili şunları söylüyor;




KORKULAN OLMADI MÜDAHALE YOK


İstanbul Şehir Tiyatroları'ndaki yönetmelik krizinin ardından beklenen olmadı. Yeni yönetim repertuvara şimdilik müdahale etmedi. Yönetmeliğin değişmesine tepki olarak istifa eden Genel Sanat Yönetmeni Şamlıoğlu döneminin oyunları bu yıl da sahnede.

Seray ŞAHİNLER / İSTANBUL

İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda geçen sezon patlak veren yönetmelik krizinin ardından göreve gelen yeni sanat yönetimi merakla beklenen 2012-2013 sezonun oyunlarını belirledi. Yönetmeliğin değişmesine tepki olarak istifa eden Ayşenil Şamlioğlu döneminin oyunlarının bu sezon da oynanacağı ortaya çıktı. Sahnelenmesi planlanan 15 yeni oyundan 4'ünün provaları başladı. Çok tartışılan 'Günlük Müstehcen Sırlar' da bu sezonda yine yer alacak.

Genel Sanat Yönetmeni Hilmi Zafer Şahin yeni dönemi şöyle anlattı: Bu kısa sürede hiçbir müdaheleyle karşılaşmadım. Sistemimiz aynen sürüyor. Buradaki tartışma 'Sen götürürsün ama o oyun onay almaz' idi. Şu kısa sürede bu oyunlar anlamında böyle bir şeyi yaşamadım. Herşeyi çalışma grubumdaki arkadaşlarımla birlikte hazırladık. Bana gelip şu oyunu sahnelemek istiyorum denildi, oturduk teknik ve insana ilişkin yanları konuştuk, karara bağladık. Sıkıntılar birbirimizi çok tanımamamızdan, çok iyi bilgilendirilmememizden kaynaklanıyor. Daire başkanımız Abdurrahman Şen'in bu konudaki genel tavrını biliyorum. Buraya müdahil değil. Amacı burayı daha iyi organize etmek, düzenlemek, çalışma düzeninin önünü açmak ve buna belediyenin katkısını daha da yoğunlaştırmak. Ben bunun Kadir Bey'de de yansımasının böyle olduğunu düşünüyorum.'

- ÖNCEKİ DÖNEMDEN OYUNLAR VAR: Repertuarı biz hazırladık. Provalar da aynen devam ediyor. Ayşenil Hanım döneminde sahnelemesi planlanan, distribütasyonu hazırlanan Nurullah Tuncer'in sahnelediği 'Kovaçeviç'in Dar Ayakkabıyla Yaşamak' adlı oyunu bu sezon sahnelenecek. Engin Alkan, Ayşenil Hanımla Çehov'un 'Vişne Bahçesi' için önceden görüşmüş. Ben de 'olur' dedim. Bu oyunlara hayır demek mümkün mü? Onları sürdürüyoruz. Dramaturjiden geldiğim için bu konuştuğumuz oyunları yalnızca gündeme getirdik, bu sezonda da sahnelenecek.

- AYRILAN YOK: Durduğum yer bardağın dolu yerinden bakarak boş yeri görmek, anlamak, orayı doldurmak. Onlar şehir tiyatrolarının çok değerli oyuncuları ve yönetmenleri. Benim için önemli olan iyi iş yapan insanların kurumda iyi iş yapmaya devam etmesidir. Kurumdan ayrılan birisim yok.



26 Haziran 2012 Salı

REMBRANDT & ÇAĞDAŞLARI



Geçtiğimiz hafta, Türkiye'deki son gününde, Sakıp Sabancı Müzesi'nde Rembrandt&Çağdaşları sergisini gezdim. Aylardır merak ettiğimiz fakat bir türlü fırsat bulup gidemediğimiz! sergiyi bir hafta daha uzatıp bize bu fırsatı veren Sakıp Sabancı Müzesi ekibine çok teşekkür ediyoruz.

Bu tür şeylerde kendimi en iyi "büyülendim" yargısı ile özetleyebiliyorum sadece. Kelimenin tek anlamıyla "büyülendim". Rembrandt'ın, öğrencilerinin eserleri karşısında hissettiğimiz tek şey şaşkınlıktı. Portrelerini, yağlıboyalarını, gerçek bir görüntüden farkı olmaksızın yansıtmış sanatçılar. Bununla birlikte eserlerdeki detaylar dikkatimizi çekiyor. Örnek verebilirim, lütfen buradaki detaylara dikkat edin;




Ayrıca eserlerde yer alan kişilerin yüzlerindeki ifade de anlatmak istediğimizi çok net bir şekilde özetliyor;



Özetle Rembrandt'ın ellerinden çıkan o bambaşka dünyaya tanık olmak muhteşemdi. Aynı zamanda öğrencilerinin tabi ki. Sakıp Sabancı Müzesi'ni ve Sabancı ailesini de unutmamak gerek. Serginin ilk başladığı tarihten beri İstanbul'un her bölgesine afişleri asıp herkesi sergiye davet ettiler. İstanbul'un 'sosyo-ekonomik' açıdan birbiriyle hiç alakası olmayan ilçelerinde, metro, tramvay duraklarında Remabrandt& Çağdaşları'nın afişini görmek mümkündü. Bu çok sık rastlanan bir şey değil. Fakat ciddi anlamda hizmet anlayışı, herkese hizmet götürmek de bu olsa gerek. Tekrardan teşekkürler Sabancı Müzesi, teşekkürler Rembrandt!


26 Nisan 2012 Perşembe

Şehrin Tiyatrosu Artık Ona Emanet


İstanbul Şehir Tiyatroları'nda yeni yönetmelik ile birlikte gelen kriz günlerdir devam ediyor. Önceki gün Taksim'de toplanan binlerce kişi "Şehrin Tiyatrosu Yok Edilemez,  Korkuya Karşı Özgür Tiyatro" şeklinde yeni yönetmeliğe tepki gösterdi.. Eyleme şehir tiyatrolarında birçok oyunda izlediğim tiyatrocular, dizi oyuncuları da eşlik etti. Bütün bu tartışmalar arasında ise şehir tiyatrolarına yeni genel sanat yönetmeni atandı.. Herkes bu konuda tedirgin iken atanan kişinin şehir tiyatroları bünyesinde 24 yıldır çalışan bir isim olması ise yüreklere su serpti..


İstanbul Şehir Tiyatroları Yeni Genel Sanat Yönetmeni Hilmi Zafer Şahin ile yaşananları ve bundan sonraki süreci konuştuk. Bugünkü AKŞAM Gazetesi'nde çıkan söyleşi alt tarafta mevcut..

Yeni Sanat Yönetmeni Şahin, şehir tiyatrolarının içinden gelen bir isim olduğu için, herşeye oldukça hakim.. Alınan yeni karar ve yönetmelik ile ilgili kesin konuşmaktan kaçınıyor çünkü kendisi de bu süreci yaşayarak göreceklerini söylüyor. Tiyatro kuramları dersi vereni, şehir tiyatrolarında 1988'den beri genel sanat yönetmeni yardımcılığı, baş dramaturgluk görevi yürüten birisinin atanması hepimizin tedirginliğini büyük ölçüde azalttı. Zira Şahin tepkilerin ana hedefinden olan edebi kurulun karar verici olduğunu fakat oyunların, repertuarların seçimindeki ana mekanizmanın kendileri olduğunu söylüyor. Edebi kurul çok beğendiğiniz, severek seçtiğiniz bir oyuna onay vermezse ne yapacaksınız sorusuna ise, "İkna edeceğiz, olacak" şeklinde yanıt vererek soru işaretlerimizi ortadan kaldırıyor.

Şahin'in, Bu sezon İstanbul Devlet Tiyatrosu ve İstanbul Şehir Tiyatroları bünyesinde izlediğim 20 oyun arasında beni çok etkileyen, çok beğendiğim (ki hepsi mutheşem oyunlar ve sanatçılardı) birkaç oyun arasında 'Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi" adlı oyunu, oyunlaştıran kişi olduğunu öğrendiğim zaman ise süreci takip eden birisi olarak oldukça rahatladım. Zaten görüştüğümüz sanatçılar, eski sanat yönetmenlerinin de Şahin ile ilgili bir tedirginlikleri yok.. Hepsi kendisine başarı dileklerini iletti.. Fakat böyle bir değişiklik, yeni bir yönetmelik gerekli miydi sorusu ise hala kafalarda cevaplanmış değil.

Biz de seyirciler olarak, oyunları beğeni ve ilgi ile takip eden kişiler olarak süreci onlar ile birlikte yaşayacağız. Perdeler hiç kapanmasın!

MUHAFAZAKAR SANAT DİYE BİRŞEY OLAMAZ


Muhafazakar sanat diye bir şey olamaz

İstanbul Şehir Tiyatroları'ndaki yönetmelik krizinin ardından genel sanat yönetmeni olan Şahin, muhafazakar sanatı mümkün görmüyor. Şahin'e göre herkes kendi inancıyla, ideolojisiyle sanata bakar ama sanat o olmak zorunda değil.

Seray ŞAHİNLER / İSTANBUL

İstanbul Şehir Tiyatroları'ndaki yönetmelik krizinin ardından atanan ve topa tutulan yeni genel sanat yönetmeni Hilmi Zafer Şahin AKŞAM'a konuştu. Şehir tiyatrolarında 24 yıldır çalışan Şahin, yeni dönemde genç yazarlara ve Türk oyunlarına yer vereceğini söyledi. 

TEPKİ BANA DA YANSIDI: Yönetmelik benim bu görevi kabul etmemden önce meydana geldi. Doğal olarak yönetmeliğe tepki gündemdeydi. Dolayısıyla bana da tepkiler oldu.

YENİ YAZARLAR OLACAK: Temel düşüncem yeni yazar, yeni oyun, bizde hiç oynanmamış oyunların merkezde olduğu ama Türk klasiklerini de atlamayan bir repertuar. Dünya klasiklerinden sahnelenen, seyircinin ilgiyle izlediği oyunlar zaten mevcut. Bu yıl yeni yazarlara olanak tanımak istiyoruz. 

SHAKESPEARE VE İNCİL: Tiyatro kuramları dersi okutuyorum, böyle bir kavrama asla rastlamadım. Ortaçağın muhafazakarlığının bu kadar yürüdüğü Avrupa sanatında bile böyle bir kavram ne geldi, ne geçti. Mufakazakar sanat diye birşey mümkün olamaz. Shakespeare okuduğunuz zaman isterseniz içinden İncil'i çıkarırsınız, ama Shakespeare'in yapıtı İncil için yazılmıştır diyemezsiniz.  

İKİLEME GİRERSEK KÖTÜ: Şeyh Galip'i, Mevlana'yı muhafazakar denen o mantık içinde nasıl değerlendirebiliriz? Bugün Mevlana'nın durduğu yer yalnızca İslam kültürünün değil, dünya kültürünün bir parçası. Oradaki dizeler asla bir dinin, düşünce, ideoloji ve inanç biçiminin asla karşılığı değil. Böyle bir şey olamaz. İyi bir Mevlana, Şeyh Galip oyunu gelirse kesinlikle oynanır. Şeyh Galip üzerine biz oyun oynadık, Mevlana üzerine devlet tiyatrosunun oyunlar oynadığını biliyoruz. Sağ-sol ikileminin içine girdiysek çok kötü. Herkes kendi inancıyla, ideolojisiyle sanata bakar ama sanat o olmak zorunda değil.  

İKNA EDECEĞİZ: Biz, repertuarı belirleyip, edebi kurula sunduktan sonra onları ikna edeceğiz. Edebi kurulun belirleyeceği oyunlar, zaten genel sanat yönetmenlerinin, dramaturgların gönderdiği edebi heyetten onay almış oyunların içinden gerçekleşecek. Bunu genel sanat yönetmeni saptayacak. Onların yalnızca önerileri olacak.

O OYUN REPERTUARDA: Tartışma konusu olan 'Günlük Müstehcen Sırlar', şu anda repertuardan kaldırılmış değil. O oyunla ilgili bir yönetim kurulu kararı, sanat yönetmeni iradesi yok. Eleştiriyi getiren insanların önemli bir bölümünün oyunu seyretmediklerini biliyoruz. Yalnızca adından yola çıkarak değerlendirmeler yaptılar. Bu benim çok doğru bulmadığım, bir sanatçıya, tiyatro eleştirmenine, gazeteciye, bilim insanına asla yakışmayan bir şey.

EMEKÇİYİM, GİDERİM: Ben hep 1 Mayıs'a gittim. Demokratik kitle örgütlerinden, benzer arka planı olan bir düşünceden geliyorum. 1 Mayıs bir emek bayramı ve ben tiyatro çalışanıyım. Bu yalnızca bizim gelip geçici bir görevimiz. Bütün herkes için hak olan önemli olan hiçbirşeyi tartışmam. Emekle ilgili herkes orada olmalıdır.

27 Şubat 2012 Pazartesi

BİR GARİP ORHAN VELİ





Soğuk şubatın bu son günlerinde cama vuran damlalar, gökyüzünde uçuşan kar taneleri aklıma 1940’ları, ve İstanbul’u getirdi.. İstanbul deyince İstanbul’u Dinliyorum gelir akla nedensiz.. İstanbul’u dinleten bir garip Orhan Veli…

Her zaman yaşayamadığı o geçmişe hayranlık duyan ben, o dönemlere ve o dönemlerin İstanbul’una da ayrı bir hasret ve özlem duyuyorum, hiç solumasam da.. Ve o dönemlerin simge isimlerinden, Türk şiirinde devrim yaratan kişi gelir aklıma..

Bir garip Orhan Veli…

Sait Faik Orhan Veli’yi şöyle tanımlarmış, “İki incecik bacak, kısaca bir trençkot, kanarya sarısı bir kaşkol, üçgen bir yüz, şişirlmiş bir göğse benzeyen bir sırt, denebilirse ergenlik bozuğu bir yüz : İşte görünüşte Orhan Veli.. J

Ama Orhan Veli şiirde devrimi yaratacak kadar kısa bir ömre sahip olmuş ve 36 yaşında gitmiş bu dünyadan.. Ve şunları söylemiş yaşamak için;

Biliyorum, kolay değil yaşamak,
Gönül verip türkü söylemek yar üstüne;
Yıldız ışığında dolaşıp geceleri,
Gündüzleri gün ışığında ısınmak;
Şöyle bir fırsat bulup yarım gün,
Yan gelebilmek Çamlıca tepesine...
Bin türlü mavi akar Boğaz'dan-
Her şeyi unutabilmek maviler içinde.

Kolay değil yaşamak Orhan Veli.. Hele senden yaklaşık 70 yıl sonra.. Hiç değil! Yar üstüne türkülerimiz yok mesela,, geceleri korkumuzdan yıldız ışığında dolaşamıyoruz.. Gündüzleri güneşi göremiyoruz, gün ışığında ısınmak ne hacet! Çamlıca’ya gidemiyoruz, ki bir kere dahi gitmemiş birisiyiz.. Ve her şeye rağmen o eşsiz güzel Boğaz’dan bin türlü mavi akmıyor,, tek mavi var, çamur ve zehir mavisi.. Zira sen oldukça şanslıydın Orhan Veli,, hem bu dizeleri yazarken hem o dönemde yaşarken.. Ve fakat hala maviler içinde her şeyi unutabiliyoruz!

Belki yaşamanın da ölmenin zor olduğunu söylerken özgürlüğün kıymetini hepimizden daha iyi biliyordun.:

Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin
……..

Heeey
Ne duruyorsun be, at kendini denize:
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, Her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere... 

Orhan Veli ile ilginç bir anekdot vardır ki, Milli Eğitim Bakanlığı’nda tercüman olarak çalışırken Fransızca’dan çeviriler yapar. Hasan Ali Yücel’in yerine Şemsettin Sirer gelince havanın bozulduğu söylenir ve Orhan Veli dayanamaz tek dilekçe ile istifa eder; “İşimden affımı saygılarımla rica ederim”

Yine ilginç ve sevimli bir anekdot şöyledir;  Orhan Veli askerliğinde medeni durumunu şöyle yazar; “Çok aşık oldum, ama hiç evlenmedim” :)

14 Kasım 1950’de ayrılır dinlediği güzel İstanbul’dan.. Ve artık gökyüzünde dinlemeye başlar İstanbul’u..

Orhan Veli’ye söylemek isterdim, fakat bunu o yaptı: “Her şeyi söylemek mümkün… Anlatamıyorum!! “

26 Şubat 2012 Pazar


Yazıyordum, az önce, bıraktım.. Mumlarıma üfledim.. Söndüler... Alevle birlikte yazılarda uçtu...




24 Ocak 2012 Salı

'Sahnedeki ile Yaşamak'

Bu aralar neyin mi kafasında yaşıyorum, tiyatronun tabi ki :)

İnsanı bu dünyadan alıp tamamen başka bir dünyaya götüren sanırım başka bir aracı yoktur. Sahne denilince de sahnenin bağlamı da sizi etkileyebiliyor. Bu noktada ben devlet tiyatrolarını çok önemsiyorum. Özellikle 'sanatın devlet tarafından desteklenmesi' ni..

Bu noktada biraz eksiklik var gibi hala.. Fakat salonlar yine de boş yer kalmamacasına doluyor. Özellikle devlet tiyatrosu sahnelerinde. Oldukça mutluluk verici.. Trabzon Devlet Tiyatrosu'nda bir çok oyunu takip etmiştim. Orada da salonlar aynı şekilde sürekli doluydu. Anadolu'ya ulaştırdığınız zaman sanatın bütün dalları ilgi görebiliyor demek ki!

Ve hayatımda özellikle bu yıl büyük bir yer edinen İstanbul Devlet Tiyatrosu.. Paralelinde İBB Şehir Tiyatroları.. Bu sezon şimdiye kadar, "Opera Komik, Aşkın Sıradanlığı, Kırmızı, Ne Dersin Azizim,  Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk, Sezuan'ın İyi İnsanı"nı devlet tiyatrolarında, "Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi, İntiharın Genel Provası ve Rosenbergler Ölmemeli'ye tanık olup anlatılanları sahnede yaşayanlar ile birlikte paylaştım..  İzlediğim her oyunda gururlandım.. Hepsi 'sanatçı' kelimesindeki eki sonuna kadar hak ediyor.. Bütün bunlara tanık olunca mutluluğumun yanında üzülüyorum da zaman zaman.. Çünkü güzel ülkemizde hala bir sahne görmemiş, sanat ile karşı karşıya kalmamış insanlar var.. Gelişmişliğin modernleşmenin ölçütü Doğu'ya ya da Batı'nın alım gücü yüksek olmayan yerlerine AVM'ler dikip 'shopping'lere teşvik etmek midir? Yoksa böylesi faaliyetleri buralardaki insanların önce zihinlerine yerleştirmek sonra gözleri önüne sermek midir?

Salonlar İstanbul'da dolabilir.. Oyunlar kapalı gişe oynayabilir.. Fakat hala daha bir çok eksikliğimiz var.. Devlet tekelinde keşke gönüllü sanat projeleri olsa ve biz de bu oluşumları insanların ayağına götürmek için seve seve çalışsak..

Bu arada "Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi, Rosenbergler Ölmemeli ve Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk" favorilerim..

Ve perde!