18 Nisan 2014 Cuma

Murat Gülsoy'dan Paris-İstanbul hattında bir 1908 romanı: "Gölgeler ve Hayaller Şehrinde"





Murat Gülsoy’un son romanı ‘Gölgeler ve Hayaller Şehrinde’ raflardaki yerini aldı.  Fransa’da yaşayan bir Türk gencin, yıllar sonra gazeteci olarak 1908 olaylarını izlemek üzere ülkesine gelmesini, aşklarını, hayal kırıklıklarını en yakın arkadaşına mektuplarla anlattığı bu romanın, bir de sürpriz ismi var: Beşir Fuat!

“Ey okur, her şey 1968 senesinde başladı” diye yazılmış bir mektupla derin bir yolculuğa çıkmaya hazır olun. O tarihlerde çiçeği burnunda bir avukat sahaflarda bir defter buldu. Fransızca mektupların yer aldığı bu defteri tercüme etti ve kendisini bir anda 1908 yılında buldu. Mektupların sahibi Fuat’ın dünyasına girdi. Neler yoktu ki bu mektuplarda… Fuat’ın Fransa’dan İstanbul’a yolculuğuna, babasına, aşklarına, hayal kırıklıklarına, kimliğine dair her şey. Ve sürpriz isim: edebiyatımızın en önemli isimlerinden Beşir Fuat. Yazar Murat Gülsoy, Can Yayınları'ndan çıkan ‘Gölgeler ve Hayaller Şehrinde’ adlı son romanında bizi de bu dünyaya davet ediyor. Siz de hayal ve gerçek arasında, romanın büyüsünde bir serüvene ortak oluyorsunuz. Gerisini yazardan dinleyelim…

*Romanın başındaki mektup gerçek mi?

Hayır. Hepsi bir romanın bir parçası, bir kurgu.

*Romanın serüvenini anlatır mısınız bize?

Birkaç yıldır üzerinde çalıştığım bir kitaptı. Olaylar 1908-1909’da geçiyor. Normalde tarihi roman yazmak gibi bir düşüncem yoktu. Bu zamana kadar yazdıklarımda da buna ipucu olabilecek şeyler yoktu. 19. yüzyıl son birkaç yıldır ilgi alanımda girdi. Çünkü o dönemde olup biten her şey hala devam ediyor. Bugünü anlamak konusunda çok daha değerli ipuçları sağlıyor. Bir yönü buydu. Diğer yönü de batılı gezginlerin gelip özellikle İstanbul ve civar yerlerde dolaşıp günlükler tutup yazıları yazmaları. Bakış açısından gündelik hayatı öğrenebiliyoruz. Çünkü roman bu coğrafyada çok geç başlayan bir tür. Roman, edebiyat yapıtları bize  insan nasıl yaşıyordu, hissediyordu onu veriyor. Anayasa sadece bugünün değil o günün de gündemiydi. Demek ki konu sadece bugünün meselesi değil. Benim bu hikayeye girmemin en büyük nedeni Beşir Fuat oldu. 1800’lerin sonunda yaşıyor ve intihar ediyor. Çok önemli bir aydın ve yazar. Günümüzde çok fazla bilinmiyor. Çeşitli nedenleri var. İlki materyalist olması ikincisi intihar etmiş olması. Ahmet Mithat’ın yazdığı gibi kötü bir örnektir aslında Beşir Fuat. Ben, bunu tersine çevirmek istedim. Kötü bir örnek olmadığını, tek bir katmandan oluşmadığını, kendi başına önemli bir hikaye olduğunu göstermeye çalıştım.



*Nasıl dahil oluyor peki Beşir Fuat romana?

Ben onun kendisini doğrudan yazmak istemedim. Normalde bir ailesi, İki oğlu var. Fransız metresinden olan bir kızı var. Onlar Beşir Fuat ölünce Fransa’ya taşınıyor. Ben buna bir kız, bir erkek kardeş daha ekledim. Beşir Fuat öldüğünden birkaç ay sonra doğacak olan bir Fuat daha oldu. O bir süre Türkiye’de yaşıyor. Sonra Fransa’ya gidiyorlar. Yarı Türk, yarı Fransız. 1908’de 21 yaşındayken gazeteci olarak Türkiye’ye olan biteni izlemeye geliyor. Bir süre burada siyasi olayları takip ediyor. Zamanla ben kimim sorusunu soruyor. Çünkü kimlik önemli bir konu. 19.yüzyıl sonu bunun karmaşasını Fuat da yaşıyor. Ama asıl karmaşayı İstanbul’a geldikten bir süre sonra babasının Beşir Fuat olduğunu keşfettiği zaman yaşayacak. Romanın son ikinci yarısında böyle bir sürpriz var. Roman Beşir Fuat romanı değil ama ölmüş bir baba olarak önemli bir rol oynadığı bir kitap.

*Hem Beşir Fuat, hem meşrutiyet…

Evet… İki ayrı konu. Bir araya geldi kitapta. Bence ilginç taraflarından birisi o oldu. 1908 tarihinin bilindiğinden daha da önemli olduğunu düşünmeye başladım. Tam anlamıyla çözülmüş bir konu değil. Bunları açıklamıyor kitap ama o dönemin sokaktaki insanlarının ruh durumundan, yaşayışından bahsediyor. Bir bakıma da İstanbul gezileri yapılıyor. Fakat bu geziler yapılırken İstanbul’un ruhunu Fuat başka açılardan incelemeye başlıyor. Gitgide kendi çocukluğu, arada kalmışlığını sorguluyor.

*Beşir Fuat’ı biliyoruz. Oğul Fuat nasıl bir karakter?

Oğul Fuat arada kalmış bir karakter. Bizim kendi düşünsel dünyamızı onda görüyorum. Beşir Fuat’ta da, o kuşağın ve bugünün insanında da var bu. Çünkü düşünce dünyamızın yarısı Batılı düşünürlerle hemhal olmuş durumda. Diğer yarısı da yaşadığımız yerden kendi geleneklerimizden çıkıyor. Bunun sentezini yapmaya çalışıyoruz sürekli. Bazen olmuyor. O gerilim noktaları da edebiyatın konusu haline geliyor. Bence dünyanın şu haline baktığımız zaman gittikçe süren bir konu. Artık Avrupa’nın dışında her yer doğu ve onunla hesaplaşmaya çalışıyor. Bütün bu gerilimler bu kitaba da yansıdı. İstanbul’da 21 yaşındaki bir gencin ruh durumu, aşkları da var tabii.

*Bir bakıma tarihi gerçeklere de dayanan bir roman diyebiliriz. Bununla ilgili yeni araştırmalar yaptınız mı? Ulaştığınız yeni bilgiler yazım sürecinizi etkiledi mi?

Sürekli araştırdım. Prens Sabahattin olayı epey rol kazandı. Başlamadan önce, romanda bu kadar yer vermek gibi bir düşüncem yoktu. Prens Sabahattin, yazarken çok kritik bir anda İstanbul’a dönüyor. II. Meşrutiyet döneminin başarısızlığı biraz da onun başarısızlığı gibi. Tam anlamıyla öyle değil ama ben biraz onun cephesinden de bakmaya çalıştım. Çünkü çok ilginç şeyler söyleyen bir adam. Tarihi bir roman yazmanın güzel tarafı araştırmaya olanak tanıması. Bunların romanı zenginleştirmesi. Bir gün bir tarih söylüyorsam o gün doğrudur. Bir olaydan bahsediyorsam kaynaklar olayın o gün olduğunu söyler. Sıkı bir araştırma yaptım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder