Bilenler çoğunlukta mı bilmiyorum fakat ben ilk kez duydum.
Tarih Vakfı Yayınları’ndan bir e-mail geldi. Sultan III.Murad’ın Rüya Mektupları’nın
Kitabü-l Menamat adıyla yayımlandığı yazıyordu. Rüya, padişah, mektup vs.
hepsinin cazibesiyle birlikte konuyla ilgili bir haber hazırladım. Sonrasında kitap elime ulaştı fakat orijinal
haliyle yer alan mektuplardan pek fazla bir şey anlamadım. Yalnız kitabın ilk
sayfalarında yine Sultan III.Murad’la ilgili ilginç anekdotlar yer alıyordu.
Merak ya bu, duramadım. Kitabı hazırlayan Özgen Felek’e ulaştım. Felek ABD’de yaşıyor. Bu mektuplarla ilgili Stanford
Üniversitesi’nde çalışmalar yapmış. Eylül ayından beri de Boston ve New York
Üniversiteleri’nde akademik çalışmalarını sürdürüyor. Mail trafiğiyle bir
röportaj yaptık. Hem konu hem Özgen Hanım’ın verdiği pozitif enerji sonucu
ortaya karışık güzel bir şeyler çıktı.
Hikaye şöyle başlıyor. III.Murad henüz şehzadeyken bir rüya görüyor ve tabir ettirmek için
alimlere gidiyor. Hiçbiri rüya tabir edemeyince musahibi Raziye Kadın Şeyh Şüca
Dede’ye ulaşıyor. Şüca Dede de Şehzade Murad’â yakında tahta çıkacağını
müjdeliyor. Bundan sonrasında da Sultan III.Murad Şeyh Şüca Dede’ye manen bağlanıyor.
Tabii ki rüyaların ardı arkası kesilmiyor. Belki de saltanat
kendisine sunduğu sınırsız güçle kimi zaman kendisini Allah ve Hz. Peygamber
olarak görüyor, kimi zaman da anlam veremediği garip yaratıklar rüyalarını
başrolünde oluyor. Hatta öyle anlar oluyor ki rüyasında gördü diye devlet
üzerinde askeri ve siyasi yeni kararlar alıyor. Benim için çok enteresan
bilgiler oldu bunlar. Arka planını da Özgen Felek anlatsın;
*Sultan III. Murad’ın rüya serüveni, bununla birlikte Şeyh
Şüca Efendi’yle teması nasıl ve ne zaman başlıyor?
Tarihçi Mustafa Ali’den öğrendiğimiz kadarıyla Sultan
Murad’ın Şeyh Şüca Efendi’yle tanışması şehzadeliği sırasında başlıyor. Mustafa
Ali’nin bize anlattığına göre, Sultan Murad Manisa’da şehzadeyken tuhaf bir
rüya görmüş ve rüyasını tabir ettirmek için alim ve salih zatlara göndermiş.
Fakat hiç biri rüyayı tabir edememişler. Nihayetinde, şehzadenin musahibi
Raziye Kadın rüyayı civarda bağbanlık yaparak geçimini sağlayan Şüca Dede’ye
götürmüş. Şüca Dede, rüyayı Şehzade Murad’ın pek yakında tahta çıkacağı şeklinde
tabir etmiş. Bu tabirden kısa bir süre
sonra babası Sultan II. Selim’in vefatıyla tahta çıkmak üzere payitahta
çağrılınca, Şehzade Murad hakiki bir Hak dostu olduğuna kanaat getirdiği Şüca
Dede’ye intisap etmiş ve o günden sonra mektuplar halinde rüyalarını şeyhine
göndermeye başlamış.
*Neler yazmış bu mektuplarda? Sadece gördüğü rüyaları
gönderip Şüca Efendi’den yorumlamasını mı istemiş?
Her ne kadar mektuplar rastgele bir araya getirilmiş gibi
görünse de, metin içindeki dinamikleri daha net bir şekilde ortaya koyabilmek
için mektupları “Mistik Tecrübelere Dair Mektuplar” ve “Tezkereler” olarak iki ana kategoride incelemek mümkün.
Rüyalar, “Mistik Tecrübelere Dair Mektuplar” kategorisi içinde yer alırlar ve
rüyaları içeren mektupların sonunda Sultan Murad rüyanın tabirini rica eder.
Tezkere başlığı altında etiketlenmiş mektuplarda ise Safevîlerle olan
savaşlardan, şahsî korkularına, endişelerine, saraydaki kavgalara,
kıskançlıklara, hatta müsahibi Raziye Hatun’un ailevî sorunlarına kadar hemen
hemen her konuda Şüca Dede’ye yazdığını görüyoruz. Bu nedenle
“Tezkereler” bizim o döneme ait tarih
çalışmalarımız için oldukça kıymetli.
*Nasıl rüyalar görmüş?
Daha çok Sultan Murad’ın seçilmiş bir sultan ve veli olarak
misyonunu vurgulayan rüyalar olduğunu söylemek mümkün. Pek çok rüyada Hz.
Peygamber’i, Hz. Ali’yi ve diğer halifeleri, Hz. Fatıma’yı, Hızır
Aleyhisselam’ı, Zunnun-ı Mısri gibi tasavvuf büyüklerini görüyoruz. Öyle ki
kimi rüyalarda nihayetinde şeklen Hz. Muhammed’e ve Hz. Ali’ye dönüşür. Ayrıca
rüyalarında bir veli gibi kerametler gösterir, Peygamber’in miracında olduğu
gibi, Cebrail aleyhisselam ile birlikte semaya çekilir, kendisine cennet ve
cehennem gösterilir. Bunlara ilaveten acayip yaratıklar da yer alır. Mesela güzel yüzlü, başı insan başına benzer,
kulakları yerinde iki kanadı olan fakat gövdesi olmayan bir kuş var rüya
mektuplarının birinde. Benzer şekilde, başka bir rüyada da ceviz küçüklüğünde,
yeşil renkli, kaşları ve gözleri siyah, su dolu bir çanak içinde tuhaf bir insan
başı geçiyor..
*Devlet işleri ile ilgili bir rüya var mı?
Devlet işleri ile ilgili ilginç rüyaları var, ama pek çok
rüya devlet işleri ile ilgili değil. En azından zahirde.. Fakat bazı
rüyalarında kendisini güvende hissetmediğini ve bir suikaste kurban gitme
korkusu yaşadığını görmek dahi mümkün. Mesela rüyalardan birinde kendisini
Divan’da, yanında Paşa ve defterdarları ile birlikte otururken görür. Bir süre
sonra defterdar kalkar ve Sultan Murad’ın boġazına bir bıçaḳ çalar, boğazından
üç damla kan damlar. Şeyhine bu rüyadan dolayı hayli huzursuz olduğunu
anlatır.
*Size en ilginç gelen rüyası neydi?
Metindeki rüyaların hepsi kendi içinde oldukça ilginç, fakat bana en ilginç gelen şu rüya
oldu: Rüyada dedesi Kanuni Sultan Süleyman ile giderlerken gayipten bir nida
gelir ve Acem illerinin Sultan Murad’a verildiği müjdelenir. Sultan Murad’ın
uzun bir barış döneminin ardından Safeviler üzerine yeniden seferler
başlattığını biliyoruz. Onun askeri ve siyasi kararları üzerinde rüyalarının
muhtemel etkilerini göstermesi açısından bu rüya anlatısının oldukça önemli
olduğunu düşünüyorum.
*Mistik tecrübeleri deniliyor. Nedir bunlar?
Mistik tecrübelere dair mektuplar Sultan’ın manevi alemde
müşahede ettiği halleri, İlahi kaynaklı nida ve hitapları nakleder. Bunların her biri metin boyunca vakıa, zuhur,
müşahede, hayal, hitab, nida, ilham, hal, tecelli gibi farklı altbaşlıklar
altında verilmiş. Pek çok ilham, nida ve hitap metninde Allah’tan geldiği iddia
edilen “Ben insan olaydım, sen olurdum,” “… Sen bensin ve ben senim; aramızda
fark yoktur” veya “Senden ve benden başka ilah yoktur...” şeklinde oldukça
çarpıcı ifadeler dikkat çeker. Bunlar da aynen rüyalar gibi, Murad’ın özel
olarak seçilmiş bir sultan olduğunu vurgulamak üzere seçilmiş anlatılardır.
*Mektuplar ne zaman ve nasıl Kitabü’l Menamat adı altında
bir araya getirilmiş?
Metnin sonunda yazma eserin Hicri 1001 yani 1592/3 tarihinde Mirahur Nuh Ağa tarafından
tamamlandığı notu düşülmüş. Sultan Murad, bir mektupta Şüca Dede’ye
mektuplarını başkalarına okuduğu için sitem ediyor ve bundan duyduğu
rahatsızlığı dile getiriyor. Bu durumda, Sultan henüz hayattayken onun şahsi
mektuplarının derlenip bir yazma eserde toplanması Sultan’ın gazabını çekeceği
için kendisinden izinsiz derlendiklerini düşünmek biraz zor. Kanaatimce Şüca
Dede henüz hayattayken veya vefat ettikten hemen sonra, Sultan şeyhine
gönderdiği mektupları geri aldı ve muhtemelen seçtiklerini istinsah etmesi için
Nuh Ağa’yı görevlendirdi.
*Hicri 1001 tarihinde derlenmiş dediniz. Bu tarihin özel bir
anlamı var mı?
Aslında evet. Hicri 1001 senesi, birinci İslami milenyumun
sonu ve ikinci milenyumun başına tekabül ediyor. Bu nedenle İslam coğrafyasının
çeşitli bölgelerinde, bazı gruplar içinde bir Mehdi beklentisi olduğunu
biliyoruz. Bu yönüyle 1001 tarihi oldukça anlamlı. Yakından incelendiğinde bazı
mektupların içeriğinde Sultan Murad’ın beklenen Mehdi olduğunun ima edildiğine
dair işaretler bulmak mümkün. Açıkça
“Ben Mehdi’yim” demiyor tabii ki. Ama pek çok rüya, ilham, nida ve
hitaptaki remizler ve semboller onun “Mehdi” olduğunu ima ediyor. İslam tarihi
boyunca kendi rüyalarını veya bir takım hadisleri kullanarak Mehdi olduğunu ima
edenler her zaman oldu. Hatta bugün bile benzer örnekler var biliyorsunuz; ama
hiç kimse çıkıp da açık açık ben Mehdi’yim demiyor. Ya da diyemiyor…
*Mektuplar için ‘Sultan’a ait olduğu iddia edilen’ diye bir
ifade yer alıyor. Tüm bunların gerçekliğinden ne kadar eminiz? Siz hangi tarihi
kaynaklardan ulaştınız bu bilgilere?
“Sultan’a ait olduğu iddia edilen” derken şunu vurgulamak
istiyorum. Nuh Ağa yazmanın giriş kısmında bunların Sultan Murad’ın Şüca
Dede’ye gönderdiği mektuplar olduğunu iddia ediyor, fakat bu mektuplar Sultan
III. Murad’ın kendi kaleminden çıkan orijinal mektuplar değil. Fakat dediğim
gibi, Sultan’ın şahsi mektuplarının ondan izinsiz bir araya getirildiğini,
süslenip ciltlendiğini düşünmek zor bir ihtimal. Murad dönemi ile ilgili en
önemli kaynaklarımızdan tarihçi Gelibolulu Mustafa Ali, Sultan Murad’ın Şüca
Dede’ye bu tür mektuplar gönderdiğini duyduğunu haber verir. Anlaşılan o ki
böyle bir bilgi halihazırda ortada dolaşıyormuş. Metin Osmanlı Türkçesiyle yazılmış olmakla birlikte Ilahi
kaynaklı olduğu iddia edilen pek çok Arapça ilham, nida ve hitap da içeriyor.
Bu Arapca kısımların Türkçe tercümesini dipnotlarda verdik. Hem Türkçe hem de
Arapça kısımda bugün için standart kabul edilen imladan sapmaları, farklı
yazımları aynen muhafaza ettik, olması beklenen yazımları ise bir öneri olarak
dipnotlarda belirttik. Yani metnin imlasını standartlaştırma veya düzeltme
yoluna gitmedik. Bu nedenle aynı kelimenin birden fazla yazımlarını
görebilirsiniz. Ayrıca okuyucunun ve araştırmacıların
işini kolaylaştırmak için her bir mektuba bir numara verdik. Bu numaralama
sistemine göre Kitabü’l-Menamat 1858 mektup içerir.
*Bir de kitapta mektuplarda geçenler gerçek haliyle yer
alıyor. Bu okumayı ve anlamayı biraz zorlaştırıyor…
Evet, mektupları sadeleştirme yoluna gitmedik. Mektuplar
açık, net ve samimi bir dille yazılmış. Haklısınız, çevriyazı alfabesine alışık
olmayan okuyucular için ilk bir kaç sayfada biraz sıkıntılı görülebilir. Ama
okumaya başlayınca gözünüzün kısa sürede alıştığını farkedeceksiniz. Metin
üzerinde ilk çalışmaya başladığımda çevriyazı kullanıp kullanmakta ben de
tereddüt etmiştim. Ama çevriyazı alfabesi kullanmanın özellikle bunun gibi tek
kopyası olan metinlerde gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu mektuplar dil
çalışmaları için oldukça kıymetli bir kaynak. Eğer metni sadeleştirirsek veya
Latin alfabesine aynen aktarsaydık metnin zenginlikleri ve pek çok özelliği
kaybolacaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder